On sekizinci yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan David Hume, insan bilimi ve doğasını incelemek amacıyla zihnin içeriği ve anlama yetisi üzerine çalışmalar yapmıştır. En önemli eserlerinden biri olan “İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma” adlı kitabında, etrafımızdaki objeler, olaylar veya kişiler üzerindeki zihnimizin akıl yürütme şeklini ve tecrübenin hayatımızda neden önemli bir yere sahip olduğunu açıklıyor.
David Hume’un bu kitabından aldığım aşağıdaki 10 not, düşünebilme yetiniz üzerine bazı soruşturmalar yapmanıza sebep olarak farkındalığınızı arttırabilir ve hayata bakış açınızı genişletebilir.
Herkes kolaylıkla kabul edecektir ki, bir insan aşırı sıcağın acısını ya da ılıklığın hazzını duyduğunda ve bu duyumu sonradan belleğine getirdiğinde ya da onu hayal gücü ile önceden duyduğunda, bu zihin algıları arasında önemli bir fark vardır. Hayal gücü ve bellek yetileri, duyuların algılarını taklit ya da kopya edebilir: ama hiçbir zaman ilk duyumun gücüne canlılığına ulaşamaz.
Kesinlikle kabul etmek gerekir ki, doğa bizi bütün sırlarından uzak tutmuştur; nesnelerin sadece yüzeysel birkaç niteliğinin bilgisini sağlarken, bir yandan da nesnelerin etkilerinin tümüyle dayandığı güçleri ve ilkeleri bizden gizlemiştir. Duyularımız ekmeğin rengi, ağırlığı ve yapısı hakkında bilgi verir; fakat ne duyu ne de akıl, bize, ekmeği insan bedeni için besleyici ve destekleyici kılan nitelikler hakkında bilgi verebilir. Görme ya da dokunma, cisimlerin gerçek hareketleri hakkında bir idea sağlar, ama, hareket eden bir cismi sürekli yer değiştirme halinde tutan ve cisimlerin ancak başka cisimlere ileterek yitirdikleri o harika kuvvet ya da güç hakkında en belirsiz bir fikre bile ulaştıramaz.
Kesindir ki, en cahil ve alık köylüler – daha daha, bebekler ve hatta vahşi hayvanlar – tecrübe ile gelişirler ve etkilerini gözleyerek doğal nesnelerin niteliklerini öğrenirler. Bir çocuk mumun alevine dokunmaktan acı duyumunu edinince, elini herhangi bir muma yaklaştırmamaya dikkat edecektir, duyusal nitelikleri ve görünüşü benzer bir etki bekleyecektir.
İnsan hayatının boşluğunu dikkatle incelerken ve bütün düşüncelerimizi servetin ve şanın değersizliğine ve geçiciliğine çevirirken, belki de yaptığımız, sadece dünyanın hır güründen ve çalışmanın tekdüzeliğinden tiksinerek, akıl yoluyla kendisine tam ve denetimsiz uygulama bahanesi arayan doğal tembelliğimizi pohpohlamaktır.
Doğa, belirli idealar arasında bağlantılar kurmuştur ve düşüncelerimize bir idea geldiğinde, hemen ardından bağlılaşığını getirir ve dikkatimizi hafif, belli belirsiz bir hareketle ona çeker. Bu bağlantı ya da çağrışım ilkelerini üçe indirgemiştik: Benzerlik, Yalınlık, Nedenlilik. Bunlar, düşüncelerimizi birbirine bağlayan ve bütün insan soyunda az veya çok görülen, düzenli düşünme veya karşılıklı konuşma zincirini ortaya çıkaran biricik bağlardır.
Tecrübe bize, olayları birbirine bağlayan ve onları ayrılmaz kılan gizli bağlantı konusunda bilgi vermeksizin, sadece bir olayın bir başkasını düzenli olarak nasıl izlediğini öğretir. Herhangi bir doğal nesne veya olay önümüze çıktığında, bundan hangi olayın doğacağını, ne kadar bilgece bir anlayış gösterirsek gösterelim, tecrübe olmaksızın bulmamız, hatta tahmin etmemiz ya da öngörümüzü bellek ve duyulara dolaysız olarak verilen objenin ötesine götürmemiz imkansızdır.
Bir anlaşmazlığın uzun zaman sürüp gitmesi ve daha karara bağlanmamış olmasından, ifadelerin çokanlamlı olduğunu ve tartışmada kullanılan terimlere tartışmacıların farklı idealar yüklediklerini çıkarabiliriz.
Eski Yunanlıların ve Romalıların duygularını, eğilimlerini ve hayat tarzlarını mı bilmek istiyorsun? Fransız ve İngilizlerin tutum ve eylemlerini iyice inceleyin: Bunlar üzerine yaptığınız gözlemlerin çoğunu, birincilere aktarmakla fazla hata yapmış olmazsınız. İnsanlar, bütün çağ ve bölgelerde o kadar aynıdır ki, tarih bu konuda hiç yeni ya da garip bir şey söylemez. Tarihin ana yararı, sadece insanları her şart ve durumda göstererek, insanın doğal yapısının sürekli ve evrensel ilkelerini ortaya çıkarmak ve bize, gözlemlerimizi biçimlendirmemiz ve insanın eylem ve davranışlarının değişmez kaynaklarını tanımamız için malzeme sağlamaktadır.
Akıl yürütmelerimizde genellikle kendimize yol göstermek için kullandığımız yol şudur: Tecrübesini edinmemiş olduğumuz objeler, tecrübesini edinmiş olduklarımıza benzer; en alışageldiğimiz şey her zaman en muhtemel olan şeydir; ve bir kanıtlamalar karşıtlığı bulunan yerde, en çok sayıda geçmiş gözleme dayanan kanıtlamaları tercih etmemiz gerekir. Fakat bu kuralla iş görürken, alışılmamışlığı ve inanılmazlığı olağan düzeyde kalan herhangi bir olguyu rahatlıkla bir kenara ittiğimiz halde, daha öteye gidince, zihin her zaman aynı kuralı gözetmez; tersine tümüyle akıl almaz ve mucizevi bir şey ileri sürüldüğü zaman, olgunun bütün inanılırlığı yok etmesi, gereken tam bu özellikten ötürü, böylesine bir olguyu daha da rahatlıkla kabul eder. Mucizelerden doğan şaşma ve hayret tutkusu hoş bir duygu olduğundan, kaynağını meydana getiren olayların inanılmasına doğru belirgin bir eğilim sağlar. Ve bu o kadar ileri gider ki, bu zevki doğrudan doğruya duyamayanlar ve kendilerine anlatılan bu mucizevi olaylara inanmayanlar bile, dolaylı olarak ya da yansımayla, bu tatminden pay almaktan yine de çok hoşlanırlar ve başkalarının hayranlığını uyandırmaktan gurur ve zevk alırlar.
Gördüğümüz masa, ondan uzaklaştıkça küçülür gibi görünür: Oysa bizden bağımsız var olan gerçek masa hiçbir değişikliğe uğramaz: Demek ki zihinde bulanan, onun görüntüsünden başka bir şey değildir. Bunlar aklın açık gerekleridir. Ve düşünen hiçbir insan, bu ev ve şu ağaç dediğimiz zaman, düşündüğümüz varlıkların ancak zihnin algıladığı ve kendileri düzenli ve bağımsız kalan başka varlıkların uçucu suretleri ya da temsilleri olduğundan hiçbir zaman şüphe etmemiştir.
Toparlamak gerekirse, insanın kendini keşfetmesi için önce insanı ve doğayı anlaması gerekiyor. Bunun içinse nasıl akıl yürüttüğünü ve düşünebilme yetisini nasıl geliştirebileceğinin farkına varması gerekiyor. Bu noktada, David Hume’un “İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma” kitabının, yol gösterici olduğunu söyleyebiliriz.
Ek Not / Hatırlatma: Bilim dünyasındaki farklı akıl modellerinden ve felsefi görüşlerden oluşan Modern Bilgelik Kavramları, yeni farkındalıklar sunarak ve algılarımıza kılavuzluk ederek, doğayı ve onun bir parçası olan insanı anlamamızı, daha bilinçli kararlar vermemizi ve karşılaştığımız problemleri kolayca çözmemizi sağlar. Yani, düşünebilme ve anlama yetimizi geliştirmemize yardımcı olur.
“İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma” kitabını diğer Modern Bilgelik Kavramları ile bağdaştırmak gerekirse, şu kavramları incelemenizi tavsiye ederim:
Comments