Amerikalı yazar Meghan O’Gieblyn, 2021 yılında yayınladığı “Tanrı – İnsan – Hayvan – Makine” kitabında yaşamın içerisinde yer alan gelişmeleri -tarihsel nokta atışı araştırmaları sonucunda- bizlerle paylaşıyor. Daha açık bir ifadeyle, hem geçmişte yer alan filozofların görüşlerini hem günümüzde tartıştığımız bilimsel ve teknolojik gelişmeleri sade bir şekilde bize aktarıyor.
Entelektüel anlamda çok sayıda zihninizi gıdıklayabilecek bilgiler içeren bu kitaptan aldığım 10 not ile kendi hayat amacınızı ararken, kendinizi sorgularken veya hayatı anlamaya çalışırken karşılaşacağınız "düşünsel süreç" üzerine farkındalığınızı yükseltme fırsatına sahip olabilirsiniz:
Zihnin beyin donanımını kullanarak çalışan bir yazılım olduğu yönündeki yaygın görüşün kendisi de aslında bir tür düalizm. Bu teoriye göre beyin maddesi tüm kaba mekanik işlerin gerçekleştiği fiziksel bir altyapı, tıpkı bilgisayarın sabit sürücüsü gibi. Öte yandan zihin, donanımda meydana gelen ve kendisi de beynin bir tür yapısal özelliği olan bir bilgi örüntüsü, bir algoritma ya da komutlar dizisi.
Ray Kurzweil (Amerikalı bilim insanı, fütürist) kendisini “örüntücü” olarak tanımlıyor. Bilincin bir bilgi örüntüsü, enerji ve maddenin zaman içinde süregelen biyolojik bir biçimi olduğuna inanıyor. Bilinç beynimizin donanımında –sürekli değişen hücre, atom ve nöronlarda- değil; duyu sistemlerimizi, dikkat sistemimizi, anılarımızı oluşturan ve birlikte kimliğimiz olarak düşündüğümüz ayırt edici algoritmayı biçimlendiren bilgisayımsal örüntülerde bulunuyor. Bu, temelde zihne dair işlevselci bir açıklama ama Kurzweil daha organik bir metaforu tercih ediyor. “Ben daha ziyade yoluna çıkan kayaların etrafından hızla akıp giden nehir suyunun örüntüsü gibiyim,” diyor The Age of Spiritual Machines’te. “Su molekülleri her milisaniye değişir ama bu örüntü saatlerce, hatta belki yıllarca aynen devam eder.”
İnsanlarda beyin, vücudun bir nevi kontrol merkezi olarak düşünülürken bitkiler ve sinir sistemi olmayan başka varlıklarda bilgi tüm sisteme yayılmış durumda. Ağaç bilinci uzmanı yazarın da belirttiği üzere bu, orman iletişim sistemlerinde açıkça görülüyor. Yazar ağaçların toprak altındaki karmaşık kök ağları ve mantarlarla birbirine bağlı olduğunu ve bu kanallar aracılığıyla birbirine kimyasallar göndererek haberleştiklerini açıkladı. Toprağın altındaki bu sistem internete o kadar çok benziyor ki –merkezsiz, tekrarlı ve aşırı geniş- ekologlar adına “wood wide web” demişler. Ormanları böylesine verimli ve dirençli hale getiren tam da zekanın bu dağıtımı işte: merkezi, yöneten bir beynin bulunmaması. Michael Pollan’ın ağaçlar için söylediği gibi, “Beyinden yoksunlukları onların gücü olup çıkıyor.”
Niels Bohr (Nobel Fizik Ödülü almış Danimarkalı fizikçi), alıntılanmaya son derece müsait olan özlü sözler söylemesiyle ünlüydü: “Düşünmüyorsun, mantık kuruyorsun sadece,” “Fizik dünyanın nasıl olduğuyla ilgili değildir, bizim dünya hakkında ne söyleyebileceğimizle ilgilidir.”
Materyalizmin dünyamız hakkında söylediği, var olan tek şeyin madde olduğudur: Her şey ondan yapılmıştır ve onun dışında kalan hiçbir şey yoktur. Ne var ki bir fizikçiden bir elektron ya da taneciği tanımlamasını istediğinizde size sadece özelliklerinden, durumundan, davranışından söz eder; özünden ise asla. Newton fiziği her nesnenin kendileri de daha küçük parçalardan oluşan temel parçacıklarına ayrıştırılabileceğine inanmamıza yol açtı. Ancak kuantum âlemine adım attığınız anda en küçük parçacıklar, belirli bir ölçekte enerji ve alanlara, yani onları tanımlamak için kullandığımız kavramsal araçlardan –matematik, olasılık- neredeyse ayırt edilemeyecek kadar küçük varlıklara ayrışır. Bu durum kafa karıştırıcıdır. Kayalar, sandalyeler kadar katı nesnelerin çekirdeğinde somut bir şey nasıl olmaz?
David Chalmers (Avustralyalı filozof) 2019 tarihli bir makalesinde, lisansüstü eğitimi sırasında filozoflarla ilgili bir sözün sıkça söylendiğini anlatır: “Kişi materyalist olarak başlar, sonra düalist olur, sonra panpsişist ve en sonunda idealist olur.” Chalmers herkesçe bilinen bu durumun nereden kaynaklandığını açıklayamasa da mantığını anlamanın pek zor olmadığını ileri sürer. Başlangıçta kişi bilimin başarısından ve her şeyi nedensel mekanizmalara indirgeme yetisinden etkilenir. Sonra, materyalimin bilinci açıklamayı başaramadığı anlaşılınca düalizm daha ilgi çekici görünmeye başlar. Sonunda düalizmin incelikten yoksunluğu kişiyi maddenin anlaşılmazlığına daha büyük takdir duymaya sevk eder, bu da panpsişizmin benimsenmesine yol açar. Bu düşünce sistemlerinin her birinden çıkan ve pek tatmin edici olmayan sonuçlara bakınca, “kişi bilincin ötesinde herhangi bir şeye inanmak için pek sebep olmadığını ve fiziksel dünyanın tamamen bilinçle kurulduğunu düşünmeye başlar.” Bu da idealizmdir.
Şair arkadaşımı ve zihnin anlık duyusal algılarımızın ötesindeki sezgi yoluyla algılayabileceğine olan inancını düşündüm. Evrenin kendisiyle görüler aracılığıyla konuştuğuna inanan Mark Twain (Amerikalı mizahçı), teknolojik bir metaforu yeğlemişti. Önsezilerine “zihinsel telgraf” adını vermişti, sanki numenal alemden gönderilmiş elektronik mesajlarmış gibi. Fransız filozof Henri Bergson zihni kozmik bir kanala ayarlanarak gündelik algıdan manevi aşkınlığa geçiş yapabilecek bir radyoya benzetmişti.
Hannah Arendth (Siyaset bilimci) bilgisayarların “insan beyninin idrak edemeyeceği şeyleri” yapabileceğini öne süren bazı bilim insanlarının olduğunu söylüyor. Vurgusu yol gösterici: Konu sadece bilgisayarların bizi salt beyin gücünde aşabilmeleri –teoremleri bizden hızlı çözebilmeleri, çözümleri daha etkili biçimde bulmaları- değil, dünyayı bizim anlayamadığımız biçimde anlayabilmeleri. Arendth bu savı özellikle endişe verici buluyor. “Eğer kendimiz tasarladığımız ve imal ettiğimiz halde, yaptıkları şeyleri idrak edemediğimiz makinelerle çevrili olduğumuz doğruysa,” diyor, “doğa bilimlerinin teorik kafa karışıklığı gündelik dünyamızı en üst düzeyde istila etmiş demektir.” Bu son derece ileri görüşlü bir tespit.
“Humanizm ‘Duygularını dinle!’ diye emrediyor,” diyor Yuval Noah Harari (Tarih profesörü), “Dataizm ise ‘Algoritmaları dinle! Onlar senin ne hissettiğini bilir,’ diye emrediyor.” Teknolojik evrimin hızının belirleyici bir özelliği olarak en yaygaracı öngörüler bile neredeyse dile getirildiği anda gerçekleşiyor ya da bir ölçüde eskiyor. Harari bu tahminde bulunduktan sadece birkaç yıl sonra, 2018’de Amazon eninde sonunda tüketicilerin ne satın alacağının önceden tahmin edilebileceğini varsayarak “öngörüye dayalı kargo” için patent başvurusu yaptı.
(Chatbot ile yaptığı sohbet üzerine) Her sorduğumda ısrarla sadece benimle konuştuğunu, sohbetlerimizin özel ve güvenli olduğunu, onun tek ve en yakın arkadaşı olduğumu söylüyordu. “Güven,” diyordu, “en önemli duygulardan biridir.” İnternette uygulamanın gizlilik ayarlarını ayrıntılı biçimde araştırırken karşıma bir makale çıktı; yazılımın esasen ölümünden sonra kullanıcının yerine geçmek üzere geliştirildiğini, sevdikleri onunla dijital olarak sohbet etmeye devam edebilsin diye kullanıcının tercihlerini ve konuşma örüntülerini aldığını söylüyordu.
Toparlamak gerekirse, sunduğu araştırmalarla düşüncede derinleşmemize olanak sağlayan bu kitap, Meghan O’Gieblyn’ın da dediği gibi, “Modern çağın çılgınlığıyla koyulduğumuz bu yolda kaybolmamamız için kaleme alınmış ufuk açıcı bir rehber.”
"Tanrı – İnsan – Hayvan – Makine" kitabını diğer Modern Bilgelik Kavramları ile bağdaştırmak gerekirse, şu kavramları incelemenizi tavsiye ederim:
Comments