Ünlü Fransız Romancısı Antoine de Saint-Exupéry (1900-1944), aynı zamanda İkinci Dünya Savaşına havacı olarak katılan bir pilottur. Erken yaşta vefat etmesine rağmen hızlı ve yoğun bir hayat süren ve bunu romanlarına yansıtan Saint-Exupéry, en ünlü yapıtı Küçük Prens kitabında, Sahra Çölü’ne uçağı düşen bir pilot ile başka bir asteroidden Dünya’ya gelen küçük bir prensin öyküsünü bizlerle paylaşarak içinde bulunduğumuz topluma ve Dünya’ya dış bir gözle bakma fırsatını bizlere sunuyor.
Her ne kadar çocuk kitabı olarak bilinse de her yaştan insanın okuyup hayat dersi alabileceği bu kitaptan aldığım 10 not ile “insanı” tanımak üzerine bir takım ipuçlarına sahip olabilirsiniz:
Büyükler sayılara bayılırlar. Tutalım, onlara yeni edindiğiniz bir arkadaştan açtınız, asıl sorulacak şeyleri sormazlar. Sesi nasılmış, hangi oyunları severmiş, kelebek biriktirir miymiş, sormazlar bile. “Kaç yaşında?” derler, “Kaç kardeşi var? Kaç Kilo? Babası kaç para kazanıyor?” Bu türlü bilgilerle onu tanıdıklarını sanırlar. Deseniz ki, “Kırmızı kiremitli güzel bir ev gördüm. Pencerelerinde saksılar, çatısında kumrular vardı.” Bir türlü gözlerinin önüne getiremezler bu evi. Ama, “Yüz bin liralık bir ev gördüm,” deyin, bakın nasıl “Aman ne güzel ev!” diye haykıracaklardır.
Küçük Prens’in yurdu olan gezegende korkunç tohumlar da varmış: Baobab tohumları. Bu tohumlar gezegenin yüzeyine dal budak salmış. Baobab öyle bir bitkidir ki erken davranmazsanız bir daha kolay kolay baş edemezsiniz. Gezegeni baştan başa sarar. Kökleriyle toprağını delik deşik eder. Hele bir de gezegen küçük, baobablar başa çıkılır gibi değilse parçalayıverirler gezegeni. Küçük Prens, “Bu bir düzen meselesidir,” demişti sonradan. “Sabahları kendinize çekidüzen verdikten sonra gezegeninize de aynı şekilde çekidüzen vermeniz gerekir. Hiç aksatmadan her gün bütün baobabları söküp atmalısınız; küçükken gül fidanlarından ayırt edilemeyen bu bitkilerin büyüyerek fark edildikleri anı bıkmadan izlemelisiniz. Oldukça sıkıcı bir iştir bu. Ama çok kolaydır.
Küçük Prens, sevgisindeki iyi niyete karşın, çok geçmeden kuşkulanmaya başladı. Çiçeğin –küçük prensin arkadaşı- önemsiz sözlerinden alınmış ve büyük bir mutsuzluğa düşmüştü. Bir gün, “Ona kulak vermemeliydim,” diye açıldı bana. “Çiçeklere hiç kulak vermemek gerek. Onlar görülmek ve koklanmak içindir. Benimkinin güzel kokusu gezegenin dört bir yanına yayılmıştı. Ama ondaki güzellikten kendime bir sevinç payı çıkaramadım. Oysa beni öylesine öfkelendiren şu pençe olayını sevecenlikle karşılamam gerekirdi. Zaten ben hiçbir şeyin gerçeğine varamadım şimdiye kadar. Yargılarımı sözlere değil, davranışlara göre ayarlamalıydım. İşte ne güzel koku ve ışık saçıyordu bana.”
Küçük Prens, kendini eğitmek ve boş zamanını değerlendirmek için diğer asteroidlere uğramaya karar verdi. İlk asteroidde bir kral vardı. Bu kral kürklü ve kırmızı giysiler içinde, süssüz ama görkemli bir tahta kurulmuştu. Küçük Prens’in geldiğini görünce, “İşte bir uyruk geldi!” diye bağırdı. Küçük Prens’in tuhafına gitmişti: “Allah Allah, beni daha önce hiç görmemişken nasıl tanıdı?” Bilmiyordu ki krallar için dünya çok basittir, onların gözünde herkes bir uyruktur.
Küçük Prens kralın gücüne hayran olmuştu. Kendinde de böyle bir güç olsaydı neler istemezdi. Krala sordu: “Bir günbatımı görmek isterdim. Güneşe batması için buyurur muydunuz?”. Kral şöyle cevapladı: “Bir generale kelebek gibi çiçekten çiçeğe uçmasını ya da bir trajedi yazmasını ya da martı olmasını buyursaydım, o general de aldığı buyruğu yerine getirmeseydi suç kimde olurdu? Onda mı, bende mi?” Küçük Prens “Majestelerinde olurdu” dedi. Bunun üzerine kral şunu dile getirdi: “Herkesten verebileceği kadarını istemeliyiz. Otorite her şeyden önce sağduyuya dayanmalıdır. Sen kalkıp halkına, kendilerini denize atmalarını buyurursan ihtilal çıkar. Benim verdiğim buyruklar akla yatkın oldukları için yerine getirilmelerini istemek hakkımdır.”
Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir.
“Yalnız evcilleştirdiğin şeyleri tanıyabilirsin,” dedi tilki, “insanların tanımaya ayıracak zamanları yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar dükkanlardan. Ama dost satan dükkanlar olmadığı için dostsuz kalıyorlar. Dost istiyorsan beni evcilleştir işte. Evcilleştirmek için çok sabırlı olmalısın. Önce benden biraz ötede çimenlerin arasında oturacaksın. Şöyle. Ben seni göz ucuyla süzeceğim, sen ağzını açmayacaksın. Çünkü sözcükler, yanlış anlama kaynağıdır. Her gün biraz daha yakınımda oturursun.”
İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.
“Bir yerde bir kuyunun saklı oluşudur çöle güzellik veren,” dedi Küçük Prens. Kumdaki gizemli parıltıyı birdenbire kavramak beni şaşkına çevirmişti. Küçükken eski bir evde otururduk, efsaneye göre bir define saklıydı orada. Tabii kimse definenin nasıl bulunacağını bilmiyor, aramaya da kalkmıyordu. Ama evimiz bir masal havası kazanmıştı. Evim yüreğinin derinliklerinde bir sır saklıyordu. “Doğru,” dedim Küçük Prens’e, “ev olsun, yıldızlar olsun, çöl olsun, hepsi de güzelliğini gizliliğe borçlu!”
“Sizin Dünya’da insanlar,” dedi Küçük Prens, “bir bahçede beş bin gül yetiştiriyorlar; yine de aradıklarını bulamıyorlar.” “Bulamıyorlar,” dedim. “Oysa aradıkları tek bir gülde, bir damla suda bulunabilir.” “Doğru,” dedim. Küçük Prens ekledi: “Ama gözler kördür. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir…”
Toparlamak gerekirse, bir yetişkin ve bir çocuğun hayata bakış açılarına şahit olduğumuz Saint- Exupéry’nin Küçük Prens’inde, kendimizi hangi açıdan, nasıl sorgulamamız gerektiği ile ilgili hayat derslerine sahip olabiliriz.
Antoine de Saint-Exupéry’nin “Küçük Prens” kitabını diğer Modern Bilgelik Kavramları ile bağdaştırmak gerekirse, şu kavramları incelemenizi tavsiye ederim:
Comments