Jean-Paul Sartre, bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan Varoluşçuluk felsefesinin önde gelen isimlerindendir. Günümüz toplumunu en sade haliyle ele aldığı Bulantı kitabında, gerçekliğin çok fazla farkında olduğumuzda hem dış dünyaya hem de kendi bedenimize karşı bir tiksinti duyabileceğimizden bahsediyor.
Jean-Paul Sartre’nin gerçekliğin algılanması ve tiksinti üzerine yazdığı Bulantı kitabından aldığım 10 not ile hayata karşı bakış açımızı genişletebilir ve yeni farkındalıklar elde edebiliriz:
Bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. Bütün bu adamlar, vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. Aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. Bakışı içe dönük, balık gözlü, kimsenin kendisiyle uyuşmadığı adamlardan biri aralarına karışmaya görsün, suratları hemen değişir.
Bir şey, sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez, ona anlam veren ölümüdür yalnız. Bu ölüme, belki benim de sonum olan bu ölüme sürüklenirim. Geriye dönmek elimden gelmez. Her an, ardından geleni getirmek için ortaya çıkar. Her ana bütün varlığımla sarılırım.
Kişioğlu hikayecilikten kurtulamaz, kendi hikayeleri ve başkalarının hikayeleri arasında yaşar. Başına gelen her şeyi hikayeler içinden görür. Hayatını, sanki anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır. Ama, ya yaşamayı ya da anlatmayı seçmek gerek.
Yaşarken başımızdan hiçbir şey geçmez. Dekorlar değişir, kişiler girer çıkar yalnız. Başlangıçlar da yoktur; günler anlamsız bir biçimde birbirine eklenir durur; sonu gelmez, tek düze ekleniştir bu. Arasıra şöyle bir hesap yapılır: “İşte 3 yıldır yolculuk yapıyorum. Bouville’e geleli üç yıl oldu,” denir. Başlangıç olmadığı gibi, son da yoktur. Bir kadın, bir dost, bir kent, bir kerede terk edilemez. Hepsi birbirine benzer zaten. Aradan iki hafta geçince, Şanghay, Moskova, Cezayir birbirinin aynıdır. Kimi zaman (pek sık değil), durumu gözden geçirir, bir kadına bağlandığınızı, kötü bir işe girdiğinizi fark edersiniz. Göz açıp kapayıncaya kadar sürer bu. Sonra yeniden başlar. Saatleri ve günleri birbirine eklemeye koyulursunuz. Pazartesi, Salı, Çarşamba. 1924, 1925, 1926.
Önemli kişilerin oyununa kurban olduğunu, aldandığını anlatmak isterdim ona. Deney satarak geçinenleri bilirim. Hayatlarını sersemlik ve dalgınlık içinde geçirip durmuşlardır. Sabırsızlanıp evlenmişler, rasgele çocuk yapmışlar, öteki insanlarla kahvelerde, evlenme törenlerinde, cenazelerde karşılaşmışlardır. Ara sıra, kargaşaya kapılıp başlarına ne geldiğini anlamadan debelenip durmuşlardır. Çevrelerinde olup biten her şey, onların görüş alanının dışında başlamış ve sona ermiştir. Upuzun kara biçimler, uzaklardan gelen olaylar yanlarından geçip gitmiş, onlara bakmak istedikleri an, her şey çoktan sona ermiştir.
Nesnelere baktığım sürece ortaya bir şey çıkmayacaktı. Her şeye bakmaya çalışıyordum; kaldırımlara, evlere, gaz lambalarına. Bakışlarım, onları yakalamak ve değişimlerini, tam gerçekleşirken durdurmak için, nesnelerin birinden ötekine hızla gidip geliyordu. Her zamanki doğal halleri yok; ama ben, bu bir gaz lambasıdır, bu bir çeşmedir deyip duruyor ve bakışımın gücüyle onları günlük görünüşlerine indirgemeye çalışıyorum.
On sekizinci yüzyılda doğru denilen şeylere bugün kimse inanmıyor. Öyleyse bu yüzyılın güzel dediği şeylerden hala tat almamız niçin isteniyor?
“Düşünüyorum da,” diyorum gülerek, “hepimiz şurada oturmuşuz, o değerli varoluşumuzu sürdürmek için yiyip içiyoruz. Oysa, var olmaya devam etmemiz için hiçbir, ama hiçbir sebep yok.”
Niçin yazıyorsunuz acaba, sorabilir miyim? Issız bir adada olsanız yazar mıydınız? Başkaları tarafından okunmak için yazmaz mı insan?
Bir bütün içine sokulmak istemiyorum. Kırmızı kanımın, bu lenfatik hayvana yem olmasını da istemiyorum. “Antihümanist” olduğumu söylemek budalalığına düşecek değilim. Hümanist değilim ben, hepsi bu.
Sonuç olarak, asıl gerçeklik üzerine, insanlar tarafından yüzyıllardır farklı anlamlar yüklenerek oluşmuş yapay bir gerçeklik üzerinde yaşadığımızı söyleyebiliriz. Dolayısıyla, Sartre’nin de dediği gibi etrafta olup biten her şeyin farkında olmak, bulantıya sebep olabilir.
Jean-Paul Sartre'nin bu düşüncelerini Modern Bilgelik Kavramları ile bağdaştırmak gerekirse, şu kavramları incelemenizi tavsiye ederim:
Comments